Parti Değiştirenler: Seçmen İradesine İhanetin Yüzü!

Türkiye siyaseti, uzun süredir bir erime noktasında. İdeallerin, ilkelerin ve halk iradesinin gölgesinde, koltuk sevdası ve pragmatizmin ağır bastığı bu manzara, toplumun güvenini sarsıyor. 

Peki, bu erime noktasında son kaleler kimler? Ve daha önemlisi, siyasetin ilkesizliği, teslimiyeti nereye varacak?

Dik Duruşun Azalan Temsilcileri

2 yıl önce hayatını kaybeden Saadet Partisi Kocaeli Milletvekili Hasan Bitmez’in vefatı, sadece bir sandalye kaybı değil, aynı zamanda bir duruşun eksikliği olarak yankılandı. 
Bitmez, ideolojik tutarlılığı ve halkın sesini Meclis’te cesurca temsil etmesiyle biliniyordu. Onun yokluğu, siyasetin zaten kırılgan olan ahlaki zemininde derin bir çatlak yarattı. Saadet Partisi’nin kalan 9 vekili, bu “son kaleler” olarak nitelendiriliyor. Ancak bu vekiller, ilkesizliğin rüzgârına karşı ne kadar direnebilecek? Parti değiştiren vekillerin gölgesinde, bu sorunun cevabı, sadece siyasetçilerin değil, seçmenin de vicdanını sorgulatıyor. 

İlkesizliğin Sosyolojik ve Siyasi Kökenleri

Parti değiştirme, Türk siyasetinde yeni bir fenomen değil; ancak son yıllarda bu durum, adeta bir norm haline geldi. Sosyolojik açıdan, bu durum bireyselliğin ve kısa vadeli çıkarların toplumsal değerlerin önüne geçtiği bir kültürel dönüşümle açıklanabilir. 
Siyaset sosyolojisi uzmanı Prof. Dr. Mevlüt Uyanık, bu eğilimi “fırsatçılığın ve ilkesizliğin, rüşvet ve çete oluşumlarıyla yaygınlaşması” olarak tanımlıyor. Siyaset, hizmetten çok kişisel kariyer ve güç aracı haline gelirken, parti değiştiren vekillerin motivasyonları da bu tabloyu yansıtıyor. Koltuk koruma, maddi çıkarlar veya siyasi konjonktürde “kazanan tarafta” olma arzusu. Siyasi analizde ise bu durum, Türkiye’nin siyasi partiler yasasının yapısal sorunlarıyla ilişkilendiriliyor. Mevcut sistem, lider odaklı bir oligarşiyi teşvik ederken, vekillerin seçmen iradesinden ziyade parti liderlerinin ya da kişisel çıkarların peşine düşmesine zemin hazırlıyor. 

DEVA Partisi örneği çarpıcı: CHP listelerinden Meclis’e giren 15 vekilden 6’sı istifa etti. İki milletvekili CHP'ye, ikisi AKP'ye geçti. İki üyenin de CHP'ye geçici ileri sürüldü. Yine CHP listelerinden Meclis’e giren Gelecek Partili vekillerin istifaları ise sürüyor. Selim Temurci ve İsa Mesih Şahin’in ardından İstanbul Milletvekili Doğan Demir de partisinden ayrıldığını duyurdu. “Sürdürülebilir bir siyasi zemin kalmadı” diyen Demir’in istifasıyla Gelecek Partisi’nin Meclis’teki sandalye sayısı 4’e düştü. Temurci ve Şahin’in AKP’ye geçeceği iddiaları gündemde. 

Bu, ilkesizliğin sadece bir partiyle sınırlı olmadığını, sistemin geneline yayıldığını gösteriyor. Peki, vekiller neden bu yola başvuruyor? Cevap, güç ve statü arayışında yatıyor. Siyaset, artık ideallerin değil, sandalyelerin peşinde koşulan bir arena.

İdeolojiler mi, Sandalyeler mi?

Seçmen, bir partiye oy verirken ideolojik bir duruşu desteklediğini düşünürken, vekillerin parti değiştirmesi, bu iradeyi hiçe sayıyor. “Seçmen iradesi ne kadar değersizleşiyor?” sorusu, sadece politikacıların değil, toplumun da yanıt araması gereken bir mesele. Sosyal medya platformlarında bu durum, “siyaset gömleğini giymek” ya da “kefen giymek” gibi ifadelerle alay konusu olurken, altta yatan gerçeklik, halkın siyaset kurumuna olan güveninin erozyona uğraması.

Son Kaleler ve Umut Işığı

Saadet Partisi’nin 9 vekili, bu kaosta bir umut ışığı olarak görülüyor. Ancak bu vekillerin, Bitmez’in bıraktığı mirası sürdürebilmesi, yalnızca bireysel duruşlarına değil, aynı zamanda sistemin onlara sunduğu (ya da sunmadığı) alanlara bağlı. Siyaset bilimci Doç. Dr. Ersoy Önder, “Temiz bir toplum, ancak ilkeli ve etik kurallara dayalı bir sistemle mümkün” diyor. Peki, bu sistem nasıl inşa edilecek? Siyasi partiler yasasının yeniden düzenlenmesi, şeffaflık ve hesap verebilirlik mekanizmalarının güçlendirilmesi bir başlangıç olabilir. Ancak asıl değişim, seçmenin ilkesizliği ödüllendiren değil, cezalandıran bir bilinç geliştirmesiyle mümkün.

Sorgulatan Sorular ve Gelecek

Türkiye siyaseti, bir yol ayrımında. İlkesizliğin bedeli, sadece güven kaybı değil; aynı zamanda toplumun geleceğini rehin alan bir yozlaşma. “Siyaset, hizmet mi, yoksa köşeyi dönme aracı mı?” sorusu, her vatandaşın aynada kendine sorması gereken bir soru. Son kaleler ayakta kalabilecek mi, yoksa erime noktası tüm idealleri yutacak mı? Bu sorular, sadece siyasetçilere değil, hepimize yöneltilmiş bir meydan okuma. Seçmen, bu erozyona karşı sesini yükseltecek mi, yoksa ilkesizliğin gölgesinde suskunluğa mı gömülecek? Cevap, belki de bir sonraki seçimin sandıklarında yatıyor.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Meclis Personeline Layık Görülen Kıyafetler Bit Pazarında Bile Yok!

Parlamento Güvenliğinde Yeni Dönem Tartışmaları da Beraberinde Getirdi

TBMM Yönetiminden Yandaş Sendikaya Üst Düzey Kadro Kıyağı