Sandıktan Çıkan İradeye Kumpas: CHP Belediyelerine Siyasi Müdahale!
Son dönemde, Cumhuriyet Halk Partisi ve CHP’li belediyelere yönelik artan soruşturma ve gözaltı süreçleri toplumda tedirginlik ve tepkilere neden olmaya devam ediyor.
İktidarın, muhalefetin kazandığı belediyelere yönelik yürüttüğü operasyonlar, hukuki bir temelden çok siyasi bir strateji olarak değerlendiriliyor. Bu süreçler, demokrasinin temel ilkelerine zarar verdiği gerekçesiyle sert bir şekilde eleştiriliyor. Bu durum siyaset kulislerinde, "Sandıktan çıkan iradeye kumpas kuruluyor. CHP'li belediyelere siyasi müdahale var" şeklinde yorumlara neden oluyor.
CHP’li belediye başkanları ve yöneticilerinin hedef alındığı bu hamleler, halkın iradesine müdahale olarak görülüyor ve toplumda ciddi bir tepkiye yol açıyor.
Operasyonların Anatomisi
İstanbul, Adana, İzmir gibi CHP’nin güçlü olduğu şehirlerdeki belediyelere yönelik soruşturmalar, genellikle “yolsuzluk”, “rüşvet” veya “terör örgütüyle bağlantı” gibi ağır suçlamalarla başlatılıyor. Örneğin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması ve diploma iptali gibi süreçler, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Benzer şekilde, Büyükçekmece, Avcılar, Seyhan ve Ceyhan gibi ilçelerde belediye başkanları ve yöneticiler hakkında başlatılan soruşturmalar, gizli tanık ifadelerine ve delilden yoksun iddialara dayandırılıyor. CHP Genel Başkan Yardımcısı Burhanettin Bulut, bu operasyonların suçsuzluk veya suçluluk durumuna bakılmaksızın, belediyeleri işlevsiz hale getirmeyi amaçladığını vurguluyor. Bulut’a göre, bu hamleler iktidarın 31 Mart yerel seçimlerinde istediği sonucu alamaması sonrası bir algı yönetimi çabası olarak ortaya çıkıyor.
Siyasi Motivasyon mu, Hukuki Süreç mi?
CHP ve bağımsız gözlemciler, operasyonların somut belgelere dayanmayan gerçeklikten uzak gizli tanık adı altında iftiralarla siyasi bir darbe olduğunu sıkça dile getiriyor. Mustafa Balbay, Cumhuriyet gazetesindeki yazısında, “Dosya gizli, tanık gizli, suçlamalar gizli, sadece sanık açık” diyerek bu süreçlerin hukuki değil, siyasi bir nitelik taşıdığını belirtiyor. Sayıştay raporlarının işleme konmadığı ve denetim mekanizmalarının devre dışı bırakıldığı bir ortamda, savcıların “denetleme” görevini üstlenmesi, adalet sisteminin siyasallaştığı eleştirilerini güçlendiriyor. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, bu operasyonların partisini iç çekişmelere sürüklemeyi ve halkın gündeminden uzaklaştırmayı hedeflediğini ifade ediyor.
İktidar kanadı ise bu soruşturmaların bağımsız yargının bir sonucu olduğunu savunuyor. Ancak, AKP içindeki bazı deneyimli isimlerin bile bu süreçlerden kaygı duyduğu biliniyor. BBC Türkçe’ye konuşan bazı AKP kurmayları, İmamoğlu’na yönelik suçlamaların halkta “mağduriyet” algısı yaratabileceğini ve bunun ekonomik ve siyasi sonuçlarının iktidara zarar verebileceğini belirtiyor. Ayrıca, CHP’li belediyelere yönelik operasyonların, iktidarın sandıkta kazanamadığı belediyeleri “devleti araçsallaştırarak” ele geçirme çabası olarak görüldüğü, sosyal medyada da sıkça dile getiriliyor.
Demokrasiye ve Halk İradesine Darbe
CHP’li belediyelere yönelik operasyonlar, halkın iradesine yönelik bir müdahale olarak değerlendiriliyor. 31 Mart 2019 ve 2024 yerel seçimlerinde CHP’nin elde ettiği başarı, özellikle büyük şehirlerde, iktidarı rahatsız etmiş görünüyor. Seyit Torun, 2022’de yaptığı bir açıklamada, İçişleri Bakanlığı ve MASAK’ta CHP’li belediyelere yönelik özel birimler kurulduğunu ve bu operasyonların artacağını öngörmüştü. Bu öngörü, son dönemde gerçekleşen gözaltılar ve soruşturmalarla doğrulanıyor. CHP Genel Başkan Yardımcısı Gül Çiftci’nin hazırladığı “İktidarın Kayyum Müdahalesi” raporu, bu süreçlerin yerel demokrasiye ve anayasal haklara tehdit oluşturduğunu vurguluyor.
Özellikle İBB’ye yönelik operasyonlar, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığına yönelik bir engelleme çabası olarak yorumlanıyor. CHP kurmayları, İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının 23 Mart 2025’teki önseçimi engelleme amacı taşıdığını savunuyor. Bu durum, iktidarın muhalefetin güçlü figürlerini siyasi sahneden uzaklaştırma stratejisinin bir parçası olarak görülüyor.
CHP’nin Stratejisi ve Toplumun Tepkisi
CHP, bu operasyonlara karşı hem hukuki hem de siyasi bir mücadele yürütüyor. Özgür Özel, İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından Manisa ve İzmir programlarını iptal ederek Silivri Cezaevi’ni ziyaret etti ve partisinin kararlı duruşunu gösterdi. Parti, belediyelerin işlemlerini kamu denetimine açarak şeffaflık mesajı vermeyi ve halkın desteğini konsolide etmeyi planlıyor. Balbay, CHP’nin “tepki vermek yerine karar vermek” noktasında olması gerektiğini, tüm belediye başkanlarının malvarlıklarını açıklaması ve denetim kurumlarını davet etmesi gerektiğini öneriyor.
Toplumda ise bu operasyonlar, CHP’ye yönelik bir “mağduriyet” algısı yaratıyor. Sosyal medyada, özellikle X platformunda, kullanıcılar bu süreçleri “siyasi cellatlık” ve “halkın iradesine kumpas” olarak nitelendiriyor. Protesto gösterileri, özellikle İstanbul Saraçhane’de, geniş katılımla gerçekleşiyor ve bu durum CHP’nin tabanını daha da kenetliyor.
Demokrasinin Sınavı
İktidarın CHP ve belediyelerine yönelik operasyonları, sadece bir partiye değil, Türkiye’nin demokratik yapısına yönelik bir tehdit olarak görülüyor. Halkın sandıkta verdiği kararın yargı yoluyla bypass edilmeye çalışılması, demokrasiye olan güveni zedeliyor. CHP’nin bu süreçte şeffaflık, birlik ve halkla bütünleşme stratejisiyle hareket etmesi, hem partiyi hem de muhalefetin genel duruşunu güçlendirebilir. Ancak, bu operasyonların devam etmesi durumunda, Türkiye siyasetinde daha derin bir kutuplaşma ve kaos riski ortaya çıkabilir. İktidarın, “iç cepheyi güçlendirme” söylemine rağmen muhalefeti hedef alması, toplumsal barışı tehdit eden bir paradoks olarak öne çıkıyor.
Bu süreç, yalnızca CHP’nin değil, Türkiye’nin demokrasi sınavı olarak tarihe not düşülecek gibi görünüyor. Halkın iradesine saygı, hukukun üstünlüğü ve şeffaf bir yönetim anlayışı, bu krizden çıkışın anahtarı olabilir. Ancak, mevcut tablo, iktidarın bu ilkelerden uzak bir yol izlediğini gösteriyor.
Yorumlar
Yorum Gönder