Rönesans buluşmalarında "Kasabadan Modernist Başkente Ankara” etkinliği

Sokullu’da Rönesans Buluşmalarında “Kasabadan Modernist Başkente Ankara” etkinliği gerçekleşti.

“Sokullu’da Rönesans” başlıklı söyleşiler Ankara Sokullu Semt Evi’nde aydınların katılımı ve dost kurumun desteğiyle 2022 Aralık ayından beri gerçekleştiriliyor. 2024 İlkbahar-Yaz dönemi etkinlikleri sanatçı Serenad Bağcan'ın katılımıyla “Kadın Ses Sanatçısı Olmak” başlığıyla gerçekleşmişti.

Dönemin ikinci etkinliği Dr. Deniz Altay Baykan'ın katılımıyla “Kasabadan Modernist Başkente Ankara” başlığıyla gerçekleşti. Yerel seçimlere bir aydan kısa bir süre kala gerçekleşen etkinliğe akademisyenlerin, öğrencilerin, mahallelinin yanı sıra TKP Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ali Ufuk Arikan ve TKP Çankaya Belediye Meclis Üyesi Adayı Deniz Aksoy’da katıldı. 

Etkinliğin açılış konuşmasını gerçekleştiren Deniz Aksoy’un ardından söz alan Dr. Deniz Altay Baykan etkinliğin başlığının anlamına vurgu yaparken Hollanda Rijksmuseum’da bulunan Ankara Resmi üzerinden şehrin eski durumu hakkında bilgi verdi. 


‘Orada artık modernist bakış açısıyla gerçekleştirilmek istenen kent ortaya çıkarılabilecek.

Ankara başkent olarak seçiliyor ve modernizm projesinin gerçekleştirilme ve uygulanma mekanı olarak görülüyor. Cumhuriyeti kuran kadroların başkent ile ilgili çeşitli vizyonları var. Bu vizyon sadece gözlerinde canlandırdıkları, hayal ettikleri ya da sürdürmek istedikleri ideolojik müdahalelerini gerçekleştirecekleri bir mekan olmanın ötesinde örnekleri de var. Modernizmin önemli göstergelerinden bir tanesi de ulus devlet anlayışının güçlenmiş olması. Ulus devletlerin tek elden ve kısa zamanda bir plan disiplini içinde kurulması 20. yüzyıla özgü bir olgu. Geliştirilen çeşitli başkentleri sayabiliriz. Canberra 1911, Tiran 1919, Brazil 1956. Bu örneklerde Ankara'nın o tarihsel süreç içinde çokta gelişmiş kimliği olan, yaşam biçimi ve yapılarıyla kendini gösterebilen bir kent olmamasının bir yerde tercih edilen bir şey olduğunu gösteriyor. Orada artık modernist bakış açısıyla gerçekleştirilmek istenen kent ortaya çıkarılabilecek.

Bunu gerçekleştirmek üzere sadece ekonomiyi canlandırmak, nüfusun içinde yaşayacağı alanın alt yapısını güçlendirmek yeterli olmuyor. Kurumsal ve yasal süreçlerin tariflenmesi çok önemli. Sadece fiziksel alanda müdahaleler değil, bu müdahaleleri ne biçimde yapılacağının kurgulandığı kurumsal yapılara ihtiyaç var. Kentsel altyapı ve hizmetlerin geliştirilmesi çok önemli. Kentin fiziksel olarak planlanması en başta geliyor. Birde kent yaşamını geliştirmek için kültür yapılarının inşası ve yeni kültür kurumlarının oturtulması önem kazanıyor. Bunlar çok ciddi ve tek elden kısa sürede yapılması gereken şeyler. Tabi dönemin koşulları ciddi sınırlar taşıyor. Mali kaynak çok sınırlı, yetişmiş insan gücü yetersizliği, yabancı teknokratlarla çalışma zorluğu var, inşaat malzemesi eksikliği var. Yine de Osmanlı'dan devralınan önemli kurumsallıklarda mevcut. Bir tanesi Ebniye Kanunu (İmar yasası) 1882 yılında yürürlüğe giren bu kanun bütün Türkiye için bir kaynak niteliğinde. Şehremaneti yine önemli bir kurumsallaşma. Aslında 1855’te Kırım Savaşı'nın ardından farklı kentlerde hayata geçirilmiş bir yerel yönetim biçimi…

Haritanın yapılması önemli bir süreç’

Şehremaneti Ankara'da bir imar planı hazırlığı kapsamında çeşitli adımlar atıyor. Bir tanesi 1/4000 Ankara haritasının çıkarılması, bataklıkların kurutulması, büyük kamusallaştırılmaların yapılması ve kentsel altyapı hizmetlerinin gerçekleştirilmesi.

Haritanın yapılması önemli bir süreç. Ankaranın yeni bir kent olarak geliştirilmesinde iki farklı görüş var. Bir görüş tren hattını sınır alırsak kuzeye kaleye doğru olan eski kentte yoğunlaşarak gelişmesini istiyor. Bu kesim daha çok eski Ankaralılar. Diğer grup olan yeni gelen, ordu mensupları,teknokratlar güneye kayıp orada yeni bir kent kurmak isteyenler…

Aslında plansız gelişmenin o zamandan başladığını söyleyebiliriz

Bu kamulaştırma ile zihinlerde geliştirilmiş fikir gerçeklik kazanıyor. Çoğunlukla yeni gelen nüfus eski Ankara'da kiracı olarak bulunurken böyle bir gelişme alanının ortaya çıkması, aslında şehremanetinin kamulaştırdığı bir alan olması, resmi olarak kentin kayacağı yönü gösterdiği için bu bölgede yavaş yavaş arsalar satın alınıp konutlar inşa edilmeye başlanıyor. Aslında plansız gelişmenin o zamandan başladığını söyleyebiliriz…

‘Cumhuriyet kadroları toprak sahibi olmamalarına rağmen yerel süreçlerde ve kentin gelişmesinde hak sahibi olmak, yönlendirmek istiyorlar’

Şehremanetinin Ankara’nın kurgusunda çok önemli bir etkisi var. Mesela, İstanbul şehremaneti içinde bulunan belediye meclisi üyelerine arsa sahibi olmaları ve vergi ödemeleri şartı var. Yani İstanbul’da yerel yönetim içerisine yine yerel nüfusu barındıran ve oyları ile karar verilmesinde çok etkili olan üyelerin yerel halktan oluşması şartı var. Ankara’da bu şart ortadan kaldırılıyor. Cumhuriyet kadroları toprak sahibi olmamalarına rağmen yerel süreçlerde ve kentin gelişmesinde hak sahibi olmak, yönlendirmek istiyorlar. Zaten onların kenti. Bununla birlikte Ankara’nın güneyi ve kuzeyi arasındaki toprak sahiplerinin ya da oturanların farklılaşmaya başladıklarını görüyoruz. Bir ikili yapıdan söz etmeye başlıyoruz… 

Ankara aslında 1950'lere kadar iki plan çerçevesinde oluşuyor ve yapılaşıyor’

Ankara'da nüfus 1923'de 21.446, 1928'de 107641 oluyor. Bu ve aynı zamanda kentsel dönüşüm yönünün belirlenmesi plansız imar girişimlerine neden oluyor. Her ne kadar imkansızlıklar olsa da bir plan yapılmasına karar veriliyor.

Ankara aslında 1950'lere kadar iki plan çerçevesinde oluşuyor ve yapılaşıyor. Biri Alman şirkete ısmarlanıyor. Burada müellif mimar Lörcher. Alman şirkete iki farklı plan öneriliyor. Eski şehir planı ve yeni şehir planı. Eski kentte çok radikal değişiklikler öneren ve maliyetli bir plan. Yenişehir planı ise planın nitelikleri dolayısıyla değil ama plansız gelişmeleri çerçeve içinde meşru kılabilmek ve bundan sonraki gelişmeleri kontrol edebilmek için kabul ediliyor...

Etkinliğin ilerleyen bölümünde (TED Üniversitesi Öğretim Üyesi Ali Cengizkan’ın yayının önemine vurgu yaparak) Lörcher Planının detaylarını aktaran Deniz Altay Baykan, planın yetersiz kalması nedeniyle 1927'de yeni bir yarışma yapılmasına karar verdiğini belirtti.

Nüfus projeksiyonu olarak 75 yıllık bir dönem için 300.000 nüfusa erişebileceği hayal ediliyor

Yarışmacılara teslim edilen harita teslim ediliyor. Nüfus projeksiyonu olarak 75 yıllık bir dönem için 300.000 nüfusa erişebileceği hayal ediliyor diyelim. Neredeyse bu plan dönemi bitmeden Ankara o nüfusa erişiyor.

Jüri, Herman Jansen projesini birinci, Léon Jaussely projesini ikinci seçiyor. Joseph Brix'in projesi yetersiz bulunup yarışmadan çıkarılıyor. 

Jansen’in planı daha toplum hedefli

Deniz Altay Baykan, Léon Jaussely Planının çok beğenilmesine rağmen maliyetinin çok büyük olması nedeniyle tercih edilmediğini belirtti. Bu plan hakkında 2020 yılında Erimtan Müzesi’nde yapılan sergisinin Kovid 19 Pandemisi nedeniyle çok az kişi tarafından gezilebildiğini belirterek plan üzerine detaylı bir bilgilendirme yaptı. Daha sonra uygulanan Jansen Planı üzerine etkinlik boyunca kullanılan görseller eşliğinde bilgilendirme yaptı. 

Jansen’in planı daha toplum hedefli. O zaman Avrupa'da çok yaygın olan bahçeşehir geleneğine inanan bir mimar. Mahallelerde bahçelievler örneğini var edecek bir plan üretiyor. Merkezden çepere doğru yoğunlukları azaltan bir plan. Kale çok önemli. Kaleyi şehrin baştacı olarak niteliyor. Eski Ankara’ya hiç dokunulmaması gerektiğini söylüyor. Hatta şöyle söylüyor;  “ Yeni şehircilikte  yeni şehir kısımlarının kurulmasını eski kısmın  yayılışından tamamen ayırmak lazımdır. Hatta nazari olarak eski şehir üzerine hattı zatında bir cam levhası kapamalıdır. Bu suretle kolaylıkla bütün gidişat takip edilerek şehri fenalıklardan korunmak kabul olur. Eski şehre mümkün olduğu kadar fazla el sürmemek gerekir. Yeni kısmın imarının tekemmül ve terakkisinden  sonra eski kısma münasip bir şekilde dikkatle  bağlamak kabul olur. Yeni ihtiyaçlara göre mesela seyrüseferin, hissi bakımdan icadına göre uydurulur. En mühim nokta eski kısmın karakterinin bozulmamasıdır. Bizim vazifemiz onun hususiyetini istikbal için saklamaktır. . . ”

Jansen’in asıl inandığı öneri kentin güneye değil, Etlik yönüne kuzeye gelişmesi. Çokta haklı. Biliyorsunuz biz 1970’lerden sonra dağlarla çevrili Ankara’da çok fazla hava kirliliğiyle mücadele etmek zorunda kaldık. Bu nedenle 1990 yılında yapılan kent gelişim şemasının batıkent yönünde gelişimi ön görmesinin nedeni iklim koşullarını daha iyi kullanmaktı. Bunu Jansen o günlerde söylüyor. Fakat yöneticilerin kararına uymak zorunda kalıyor. Yarışma 1927 tarihli ama 1932 yılında galiba plan imzalanıyor. Bu süre arasında Jansen yeni şemalar şehremanetinin isteği üzerine ayrıntı planlarını geliştiriyor. 1939 yılına kadar yardımcısı olarak Türkiye’ye gelip gidiyor. 

Jansen’in çevreye duyarlı olduğunu söylemiştim. Atatürk Orman Çiftliği’nin planında çalışıyor. Atatürk Orman Çiftliği’nde bile kente daha yapışık olan yani Beştepe tarafından kuzeye doğru gidildikçe bir geniş açık yeşil alan olmasına rağmen onun içinde bile yoğunluklarla ilgili kararlar veriyor ve kentin dışına  doğru yoğunluğu düşürmek istiyor. Kentlileri düşünen bir plan olduğunu söylemiştik. Bir amele mahallesi düşünüyor. Galiba Yenimahalle’den Batıkent’e giderken böyle bir işçi konutları var. Ama bu plan çerçevesinde gerçekleşmiyor. Jansen’in haritasında bir de merkezi iş alanı olarak nelerden söz ettiğine söyleyim. Konut alanlarını belirledi. İşçi mahallesini geliştirdi. Kaleyi koruma altına almaya karar verdi. Fakat merkezi iş alanını yani şimdiki Kızılay’ın Ulus’un yer alacağı merkezi iş alanını İstasyon Caddesi yönüne alıyor. Çok çekingen bir merkezi  iş alanı öneriyor. Zaten Ulus ve civarında geleneksel bir merkez var. İdari Merkezi güneye aldığınızda ikisinin birleşmesi ister istemez kent dinamikleri içinde bir refleks. Dolayısıyla o önerisi biraz zayıf kalıyor. Herhalde merkezi eski kentin içinde tutmak istiyor. İkinciside bir kültür ve üniversiteler bandı geliştiriyor. Demiryolu eski ve yeni kenti birleştirici olması beklenirken kent orada birbirinden kopuyor. Bu nedenle de Ankara’nın ikili yapısının devam ettiği. Plana bağlı olarakta hep eski yeni ayrımı olduğu söyleyebiliriz. Bu sadece yapısal olarak gözükmüyor. Bu sadece yapısal olarak gözükmüyor. Farkındaysanız o  dönemlerde geleneksel olan kuzeyin fiziksel yapısı bu. Ama modern olan güney. Bu altyapı hizmetlerine de benzer şekilde yansıyor. Yeni gelenler güneye yerleşiyor. Kuzeyde daha çok eski Ankaralılar kalıyor. Bu ikili yapıda kent kurgusunda ve fiili olarak yaşananlarla da kuzeyi kaybedenlerin güneyi ise kazananların alanı olarak tarifliyoruz. Hatta 1990’da yapılan planda da kuzey batıkente açılırken ve alt orta sınıfın yerleştiği kooperatif alanlarına açılırken. Güney batıya doğru Çayyolu’na ve aslında daha üst gelir grubunun bahçeli konutların tek evlerin olduğu ve aynı zamanda idari merkezinde o yöne kaydığı bir statüsü yüksek kazananların olduğu alanlara dönüşüyor. 

Dr. Deniz Altay Baykan sözlerini,  Prof. Gönül Tankut’u anarak ve onun ‘Türk urbanizmi’nin Ankara ile başladığını, Türk ulusunun bu anlamda Ankara’nın sadece bir başkent değil, bütün Anadolu’nun imarı için ‘okul’ sözleri ile bitirdi. Sorular öncesinde ise Seyyah Kandemir’in ‘Ankara’da Gezi’ isimli pasajının seslendirmesi ve fotoğraflarla izleyicileri Ankara’da kısa bir geziye çıkardı.

İzleyicilerin birçok katkısıyla tamamlanan etkinlikte “Sokullu’da Rönesans’ın” fikir öncüsü ve danışmanı Prof. Erhan Nalçacı’da söz alarak; “Sonuçta Yakup Kadri’nin romanlarında da var. Bunlar devrimci insanlar. Ankara’ya gelenler. Gözü pekler, canlarını tehlikeye atmışlar. Deniz Hoca’nın modernist Ankara dediği bir burjuva devrimi Ankara’sı. Sınıfsal olarak bir burjuva devrimi var. O devrimcilerin bir kısmı ise çok hızlı bozuluyor. Burjuva devriminin özelliği muhtemelen. Ankara talan edilmeye başlıyor. O devrimciler bir anda rant peşinde koşan, arsa kapatmaya çalışan insanlara dönüşüyor. Bir kısmı dediğim gibi. Eğer 1929 yılında emperyalist sistem tıkanıklığa girip Sovyetler Birliği planlı ekonomiye geçip büyük bir sıçrama yapmamış olsaydı muhtemelen emperyalizm 1929’da Türkiye’yi çok erken teslim alacaktı. Çünkü Ankara’yı kurtarmaya çalışıyorlar. Ancak devrimciler kendisi yiyor Ankara’yı plan yapmak mümkün değil. Türkiye’nin bağımsızlığı için devrimci önemli adımları atılmış. Bir yandan da yurt dışından gelen malları burada pazarlayan komparatör bir burjuvazi çıkıyor. Borç batağına batıyor Türkiye. Tekrar büyük bir hızla bağlanacakken, 29 bunalımı çok büyük bir şans ve Sovyetler Birliği çok büyük bir şans. İsmet İnönü’nün bir ziyareti var. 1932’de Sovyetler Birliği’ne  8 milyon liralık bir kredi alınıyor. Sovyet uzmanlar geliyor. Bu planlarda sovyet uzmanlar yok ama bu planların uygulanması o planlı döneme denk geliyor. Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin ömrü uzuyor.” dedi. 


Etkinliğin kapanış konuşmasını gerçekleştiren Deniz Aksoy, Rönesans’ın konuşmacılarına verilen ve gelenekselleşen el emeği bebeklerden iletip ilerleyen aylarda gerçekleşecek etkinlikleri duyurdu.

 

İlerleyen aylarda gerçekleşecek etkinlikler şu şekilde:

Prof. Dr. Erhan Nalçacı 28 NİSAN PAZAR 15.00

Bilim Tarihinin Neresindeyiz?


Doç. Dr. Kaya Tokmakçıoğlu 5 MAYIS PAZAR 15.00

İstanbul’un Toplumsal Mücadeleler Tarihi: Kentsel Mekanın Siyasallığını Düşünmek 


Haluk Polat 19 MAYIS PAZAR 15.00 

Cumhuriyet Dönemi Korolarından İşçi Sınıfı Korolarına


Fide Lale Durak 9 HAZİRAN PAZAR 13.00 SÖYLEŞİ 15.00 MÜZE GEZİSİ

Türkiye Aydınlanma Tarihinde Resim ve Heykel


               


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Meclis Personeline Layık Görülen Kıyafetler Bit Pazarında Bile Yok!

Parlamento Güvenliğinde Yeni Dönem Tartışmaları da Beraberinde Getirdi

TBMM Yönetiminden Yandaş Sendikaya Üst Düzey Kadro Kıyağı