İktidara Ankara’dan Toplumsal Uyarı: “Halkın İradesiyle Oynayan, Meşruiyetini Kaybeder”

Türkiye’nin farklı toplumsal, siyasal ve mesleki kesimlerinden gelen temsilciler, Ankara’da düzenlenen “Demokrasi ve Barış İçin Buluşuyoruz-Mücadelenin Olanaklarını Konuşuyoruz” başlıklı çalıştayda bir araya gelerek, ülkenin gidişatına dair iktidara güçlü bir uyarı mesajı verdi.

Makina Mühendisleri Odası Eğitim ve Kültür Merkezi’nde iki gün sürecek buluşmanın ilk gününde yapılan oturumlarda, anayasal düzenin aşındırılması, kayyum politikaları, otoriterleşme ve barış sürecinin tıkanması sert bir dille eleştirildi. Katılımcılar, iktidarın ülkeyi “demokrasiden uzaklaştıran uygulamalarına” karşı ortak mücadele kararlılığını açıkladı.

Anayasa askıda, hak ve özgürlükler fiilen daraltılmış durumda”

Açılış oturumunda söz alan hukukçu ve siyasetçiler, Türkiye’de anayasal düzenin fiilen askıya alındığını, yurttaş haklarının “güvenlik bahanesiyle” sistematik biçimde budandığını vurguladı.
AİHM eski yargıcı Rıza Türmen, Türkiye’deki özgürlük ortamının artık yalnızca bir “kâğıt üzerinde hak” düzeyine indirildiğini belirterek, “Demokrasi sadece seçimle değil, hukukla ve eşitlikle ayakta kalır. Bunlar çökerse seçim de anlamını yitirir.Halkın iradesiyle oynayan, meşruiyetini kaybeder” dedi.

Diğer konuşmacılar, iktidarın “hukuku siyasetin sopası haline getirdiğini” ve yeni anayasa söyleminin demokratik bir zeminden yoksun olduğunu dile getirdi.

Kayyum uygulamaları Halk iradesine açık darbe

İkinci oturumda yerel yönetimlere atanan kayyumlar tartışıldı. Konuşmacılar, kayyum politikalarının seçme-seçilme hakkını ortadan kaldırdığını, “milli irade” söylemini temelden boşa düşürdüğünü ifade etti.
Moderatör Musa Özuğurlu, “Bir ülkede halkın yöneticilerini seçme hakkı fiilen ortadan kaldırılmışsa, orada demokrasiden değil vesayetten söz edilir,” diyerek hükümete kayyum pratiğini sonlandırma çağrısı yaptı.

Yerel yönetim temsilcileri, halkın iradesinin tanınmadığı bir düzende barışın da, birlikteliğin de mümkün olmayacağını dile getirdi.
Otoriterleşme ve temsil krizi

Üçüncü oturumda otoriterleşme süreci, temsil krizi ve Türkiye’nin demokrasi deneyimleri tartışıldı. Katılımcılar, mevcut sistemin “temsili demokrasiyi içi boş bir kabuğa” dönüştürdüğünü, yurttaşın siyasal karar mekanizmalarından dışlandığını belirtti.

Akademisyen ve yazarlar, toplumsal muhalefetin yeni bir siyaset dili inşa etmesi gerektiğini vurguladı. “Bu ülke, baskıcı bir iktidarın ötesinde, halkın kendi kaderini belirlediği yeni bir demokratik sözleşmeye ihtiyaç duyuyor” ifadeleri öne çıktı.

Barış süreci: “Sessizlik değil, çözüm zamanı”

Günün son oturumunda “Yakın Dönem Deneyimlerinin Işığında Yeni Süreç ve Barış Arayışları” başlığı altında yürütülen tartışmalarda, Türkiye’nin yeniden bir çözüm ve müzakere iklimine dönmesi gerektiği vurgulandı.

Katılımcılar, Kürt meselesinin güvenlik politikalarıyla değil, eşit yurttaşlık temelinde siyasal çözümle aşılabileceğini belirtti.
Birçok konuşmacı, Abdullah Öcalan’ın iletişim kanallarının kapatılmasının, barış arayışının önündeki en büyük engel olduğunu dile getirdi.
Gazeteci Yasemin Özgün, “Barış, tek taraflı bir çağrı değil; karşılıklı bir irade işidir. Devlet bu iradeyi yeniden ortaya koymak zorundadır,” sözleriyle dikkat çekti.

Birleşik mücadele mümkün ve gerekli”

Katılımcı partiler: CHP, DEM Parti, EMEP, EHP, SMF, TİP ve TÖP – ortak açıklamalarında, ülkenin geleceğini otoriter siyasete bırakmayacaklarını belirtti.
Toplantının genel atmosferinde öne çıkan ortak vurgu şuydu:
“Bu ülke, barışa ve demokrasiye mecbur.
Halkın iradesini yok sayan her politika, sonunda kendi meşruiyetini tüketir.”

İktidara açık çağrı

Ankara’daki buluşma, iktidara yönelik güçlü bir toplumsal uyarı niteliği taşıyan formda, katılımcılar, demokrasiye yönelik ihlallerin devam etmesi halinde, Türkiye’nin siyasal ve toplumsal dokusunun daha da zarar göreceğini vurguladı.

Buluşmada yapılan çağrı özetle şöyle:
“Bu ülkenin kaderi tek bir merkezden belirlenemez.
Demokrasi, barış ve özgürlük talebi, artık geri döndürülemez bir halk iradesidir.”
Çalıştayın 2 gününde konuşan EMEP Genel Başkan Yardımcısı Levent Tüzel, Türkiye’de yaşanan süreci ekonomik, siyasal ve toplumsal yönleriyle bir kuşatma ve otoriterleşme dönemi olarak değerlendirdi.

İktidarın yeni yasalarla toplumu denetim altına alıp yerel yönetimlere kadar uzanan bir merkezileşme politikası yürüttüğünü söyledi.

Ekonomik olarak da esnek ve güvencesiz çalışmanın yaygınlaştığını, emek sömürüsünün arttığını vurgulayan Tüzel, buna karşılık, halkın asıl ihtiyacının barış ve demokratikleşme olduğunu belirtti.
Kürt siyasi hareketinin silahsız, demokratik siyaset zemininde çözüm arayışına girdiğini, bunun sadece Kürtler için değil, tüm Türkiye emekçileri için bir kazanım olacağını vurgulayan Levent Tüzel, Ancak iktidarın bu süreci gerçekten sahiplenip sahiplenmeyeceğinin belirsiz olduğunu, bu yüzden toplumsal baskı ve sahiplenme gerektiğini ifade etti.

Barışın kalıcı olması için ulusal hak eşitliği, ana dilin kamusal kabulü ve demokratik hakların tanınmasının şart olduğunu ifade eden Tüzel, muhalefetin ise dağınıklığı aşarak ortaklaşması, halkın değişim isteğini örgütlü bir güce dönüştürmesi gerektiğinin altını çizdi.
Tüzel, son olarak, Mart seçimlerinde ortaya çıkan değişim iradesinin büyütülmesi gerektiğini, CHP’nin bu süreçte dik durduğunu ama bütün demokratik güçlerin bu çabayı birlikte yürütmesi gerektiğini de sözlerini ekledi.
Konuşmacılardan Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) Genel Başkanı Şilan Sürmeli, mevcut siyasal ve ekonomik düzeni eleştirdi. Sürmeli, Türkiye’de çıkarılan yasaların yerli ve uluslararası sermayenin çıkarlarına hizmet ettiğini, bu politikaların emekçileri düşük ücretlerle ve haklarından yoksun biçimde yaşamaya zorladığını söyledi.

Yaklaşan bütçe ve asgari ücret görüşmelerine değinen Sürmeli, hükümetin ekonomi politikalarının “zenginlere teşvik, halka kemer sıkma” anlayışıyla yürütüldüğünü belirtti. Bu nedenle mevcut rejimle bir “kopuş”un, yani halkın söz ve karar sahibi olacağı yeni bir toplumsal düzenin kurulmasının zorunlu olduğunu ifade etti.
Sürmeli, konuşmasında birlik ve örgütlenme çağrısı da yaptı. Kurtuluşun bir liderden ya da seçimden değil, halkın kendi gücünü örgütlemesinden geçeceğini vurguladı. Emekçilerin, kadınların ve gençlerin ortak talepler etrafında birleşmesi gerektiğini söyleyen Sürmeli, “Demokratik, halkçı ve devrimci bir cumhuriyet inşası geleceğin değil, bugünün mücadelesidir” dedi.
Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) Dönem Sözcüsü Mahir Gürz ise, mevcut siyasal ve ekonomik düzenin krizinin temelinde kapitalist sistemin yattığını vurguladı.

Gürz, kapitalizmi eleştirmeyen veya teşhir etmeyen hiçbir siyasal mücadelenin başarı şansı olmadığını belirterek, anti-kapitalist bir mücadele perspektifinin tayin edici önemde olduğunu ifade etti.

Gürz, sosyalist hareketin bugün yalnızca “dayanışma örgütü” gibi davranmasının ciddi bir kriz olduğunu dile getirerek, “Biz sadece dayanışma değil, kendi bağımsız politik hattımızı kurmak zorundayız” dedi. Ulusal hareketlerle sosyalist hareketin rollerinin karıştığını, bunun da ideolojik bir bulanıklık yarattığını belirtti.

Konuşmasında, halkın asgari (ekonomik, demokratik) talepleriyle azami (sistem karşıtı) hedefleri arasında diyalektik bir bağ kurulması gerektiğini savunan Gürz, “İşçiler, emekçiler, gençler, kadınlar bugün arayış içinde. Bizim görevimiz bu arayışları doğru analiz edip, buna uygun devrimci bir mücadele hattı geliştirmektir” ifadelerini kullandı.

Çalıştay Sonuçları: Barış, Demokrasi ve Halkın Gücü

​Çalıştayda, Ortadoğu'daki gerginlikler yüzünden Türkiye'de "barış süreci" sözünün bile artık kullanılamadığı bir döneme girildiği belirtildi.
​Barış İçin Adalet ve Hukuk Vurgusu
​Bildirgede, siyasi iktidarın Kürt sorununa, siyasi mahkumlara ve anadilde eğitim hakkına yönelik hiçbir adım atmamasının, "demokrasi olmadan barış olmaz" anlayışını güçlendirdiği vurgulandı.
​“Gerçek barış, ancak hukuk ve adalet sağlandığında mümkündür. Kayyım atamalarının iptali, hasta tutukluların serbest bırakılması ve Anayasa Mahkemesi (AYM) ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının uygulanması için yasal bir engel yoktur; tek eksik olan siyasi istektir.”
Değişim İçin Halkın Örgütlülüğü
​Katılımcı partiler, demokrasi anlayışının yerel düzeyden başlayarak güçlendirilmesi gerektiğini belirterek, barış ve demokrasi mücadelesinin halkın kendi örgütlü gücüyle yürütülmesi çağrısı yaptı.
​Ortak Bir Mücadele Hattı Gerekiyor
"Partiler, sendikalar, meslek örgütleri, kadın ve gençlik grupları, inanç kuruluşları, ekoloji ve köylü hareketleri gibi tüm kesimlerin kendi özgün yapılarıyla bu ortak hatta yer alması gerekiyor. Bugün toplumu değiştirecek ve dönüştürecek olan, halkın örgütlenmesi ve birleşik mücadelesidir." denildi.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Parlamento Güvenliğinde Yeni Dönem Tartışmaları da Beraberinde Getirdi

TBMM Yönetiminden Yandaş Sendikaya Üst Düzey Kadro Kıyağı

Meclis Kreşinde “Din Eğitimi” Tartışması: Aileler Ayakta!